HAYATA DAİR HİKAYELER
Bir hikâyede 80 yıl ibadet etmiş bir adamın mizandaki hali anlatılır. Adama sorulur seni merhametimle mi değerlendireyim yoksa adaletimle mi diye. Adam düşünür, 80 yıl ibadet ettim, günah işlemedim diye. Ve der beni adaletinle değerlendir. Mizanın bir gözüne tüm ibadetleri ve diğer gözüne de adamın bir gözü konulur. Adamın gözü ağır basar. Adama denilir ki adaletimle hükmedersem senin ibadetlerinin karşılığı ancak sana verilen bir göz kadardır.
Bu hikâye anlatır ki Allah’ın merhameti olmadan ne kadar ibadet edilirse edilsin O’nun rızası kazanılamaz. Ancak samimiyetle ve kendin için değil de sadece Allah rızası için yapılan ameller kurtuluşa götürecektir. İyi insan olmak Kur’an da namazdan daha çok geçer.
Başka bir hikâyede de adamın biri bir adada kendince Allah’a ibadet ederken bulunur. Gelen kişi ona ibadetin nasıl yapılacağını, namazın nasıl kılınacağını anlatır ve gider. Adam namaza başlar fakat bir yerinde ne yapacağını şaşırır. Adam ona nasihat veren Hızır’ın ardından deniz üstünde koşmaya başlar. Hızır’ı yakalar ve namazda unuttuğu yeri sorar. Hızır da ona bildiğin gibi ibadet et diye nasihat verir ve gider.
Burada anlatılana göre, Allah rızası için samimiyet ve takva ile yapılan işler ibadet hükmündedir.
Örneğin adil, ahlâklı, merhametli bir iyi insan olmak çok namaz kılmaktan daha değerlidir.
Bir başka husus da şudur: ameller niyetlere göredir. Yani ne yaptığın değil, niçin yaptığın önemlidir. Örneğin, göstere göstere namaz kılmak, göstere göstere yardımda bulunmak vb. yok hükmündedir. Niyet halis olacak.
Allah’a tevekkül konusunda da şunlar söylenebilir: Hayatta bir konuda elimizden geleni yaptıktan sonra Allah’ın takdirini beklemek gerekir. O en hayırlısına karar verir ve başa gelir. Allah kullarına zulüm edecek değildir.
Başka bir hikâyede de, bir adamın köyde çok güzel bir atı varmış. Dillere destan olan bu atı kral istemiş. Adam satmamış. Bir süre sonra at ortadan kaybolmuş ve köylüler adama ahmak keşke satsaydın rahat edecektin şimdi hiçbir şeyin kalmadı demişler. Adam acele karar vermeyin. Gerçek olan atın ortadan kaybolduğudur. Sonrası ise sizin yorumunuz der. Köylüler onunla dalga geçer. Bir süre sonra at peşine bir sürü takmış halde eve döner. Köylüler bu sefer adamın haklı olduğunu ve şimdi çok zengin olduğunu, atın kaybolmasının bir şans olduğunu söylerler. Adam der acele karar vermeyin, gerçek olan atın bir sürüyle geldiğidir, ötesi yorumdur der. Köylüler pek karşı çıkmaz ama için için de adamla dalga geçerler. Bir süre sonra adamın tek oğlu atlara bakım yaparken ayağını kırar. Köylüler bu sefer de atların gelmesi şans değil talihsizlikmiş. Sen haklı çıktın derler adama. Adam da gerçek olan oğlumun ayağının kırık olduğudur. Şansızlık veya değil bunu bilemeyiz demiş. Acele karar verme hastalığına tutulmuşsunuz diye de eklemiş. Köylüler bir şey demeden dağılmışlar. Kral çok çetin bir cephede savaşmaları için köylerden gençleri topluyormuş. Köydeki tüm gençler bu kazanılması nerede ise imkânsız olan savaşa alınmışlar. Ama adamın oğlunun ayağı kırık olduğu için onu götürmemişler. Köylüler tekrar çocuğun ayağının kırılması şansmış. Bizim çocuklarımız belki geri dönemeyecek ama seninki yanında demişler adama. Adam da siz acele karar verme hastalığına yakalanmışsınız demiş.
Buna göre; başa gelenlerin sonuçları bilinemez. Tek yapmak gereken kontrol dışında gerçekleşen ve gerçekleşecek şeylerin hakkımızda hayırlı olmasını dilemektir.
Bir gün adamın biri oğluna değerli bir taş verir ve bunu satmadan esnafa göstererek fiyatını öğrenmesini ister. Oğlu da çarşıya gider ve önce marangoza gösterir. Marangoz taş ile mobilyaları süsleyebileceğini ve 100 birim para edeceğini söyler. Çocuk çıkar ve demirciye gider. Demirci de kılıçların kabzalarını süsleyebileceğini düşünür ve 1000 birim para teklif eder. Çocuk oradan da çıkıp bir sarrafa gider. Sarraf titizlikle taşı inceler ve taş için dükkânındaki tüm altınları teklif ederek satması için yalvarır. Çocuk tabi ki de babası satmamasını söylediği için satmaz.
Eve gelir ve durumu babasına anlatır. Babası da ona şu öğüdü verir: İnsan, der birçok insanla karşılaşır ve onlardan tepkiler görür. Ancak ve ancak kişinin gerçek değerini anlayan birkaç kişi o insana hak ettiği değeri verir.
Ustaya Başarısının Sırrını Sormuşlar.
-İki Kelime Demiş: Doğru Kararlar.
Hepimizden Farklı Olarak Sürekli Doğru Kararları Nasıl Alabildiğini Sormuşlar:
-Tek Kelime Demiş: Tecrübe.
Bu Tecrübe Denen Şeyin Sırrı Ne Diye Sormuşlar.
-Usta Derin Bir İç Geçirmiş Ve Şöyle Demiş: Yanlış Kararlar!
''Bir daha kimsenin sana bir şey yapamayacağını söylemesine izin verme, benim bile. Bir hayalin varsa peşini bırakmamalısın (onu korumalısın) . İnsanlar, kendilerinin yapamadıkları şeyleri senin de yapamayacağını söylerler. Bir şeyi istiyorsan peşini bırakma; git ve al, o kadar ...''
Cahil ile dost olma: İlim bilmez, irfan bilmez, söz bilmez; üzülürsün.
Saygısızla dost olma: Usul bilmez, adap bilmez, sınır bilmez; üzülürsün.
Açgözlü ile dost olma: İkram bilmez, kural bilmez, doymak bilmez; üzülürsün,
Görgüsüzle dost olma: Yol bilmez, yordam bilmez, kural bilmez; üzülürsün.
Kibirliyle dost olma: Hal bilmez, ahval bilmez, gönül bilmez; üzülürsün.
Ukalayla dost olma: Çok konuşur, boş konuşur, kem konuşur; üzülürsün.
Namertle dost olma: Mertlik bilmez, yürek bilmez, dost bilmez; üzülürsün.
İlim bil, irfan bil, söz bil.
İkram bil, kural bil, doyum bil.
Usul bil, adap bil, sınır bil.
Yol bil, yordam bil.
Hal bil, ahval bil, gönül bil.
Çok konuşma, boş konuşma, kem konuşma.
Mert ol, yürekli ol.
Kimsenin umudunu kırma.
Sen seni bil; ömrünce bu yeter sana.
Platon'a iki soru sormuşlar.
Birincisi ; "İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları nedir? "
Platon tek tek sıralamış :
- Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler. Ne var ki çocukluklarını özlerler...
- Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler. Ama sağlıklarını geri almak için de para öderler...
- Yarından endişe ederken bugünü unuturlar. Dolayısıyla ne bugünü ne de yarını yaşarlar...
- Hiç ölmeyecek gibi yaşarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler...
Sıra gelmiş ikinci soruya ; "Peki sen ne öneriyorsun?"
Bilge yine sıralamış;
- Kimseye kendinizi "sevdirmeye" kalkmayın! Yapılması gereken tek şey, sadece kendinizi "sevilmeye" bırakmaktır...
- Önemli olan; hayatta "en çok şeye sahip olmak" değil, en az şeye ihtiyaç duymaktır.
Almanya’da bir Lise Müdürü, her eğitim öğretim yılı başında öğretmenlerine şu mektubu gönderirmiş.
“Bir toplama kampından sağ kurtulanlardan biriyim.
Gözlerim hiçbir insanın görmemesi gereken şeyleri gördü.
İyi eğitilmiş ve yetiştirilmiş mühendislerin inşa ettiği gaz odaları, iyi yetiştirilmiş doktorların zehirlediği çocuklar, işini iyi bilen hemşirelerin vurduğu iğnelerle ölen bebekler, lise ve üniversite mezunlarının vurup yaktığı insanlar.
Eğitimden bu nedenle kuşku duyuyorum.
Sizlerden isteğim şudur.
Öğrencilerinizin insan olması için çaba harcayın.
Çabalarınız bilgili canavarlar ve becerikli psikopatlar üretmesin.
Okuma yazma, matematik, çocuklarınızın daha fazla insan olmasına yardımcı olursa ancak o zaman önem taşır.”
Hindistan da çok ünlü bir ressam varmış.
Herkes bu ressamın yaptıklarını kusursuz kabul edecek kadar beğenirmiş ve onu 'Renklerin Ustası' anlamına gelen Ranga Çeleri olarak tanısa da; kısaca Ranga Guru derlermiş.
Onun yetiştirdiği bir ressam olan Raciçi ise artık eğitimini tamamlamış ve son resmini yaparak Ranga Guru'ya götürmüş ve ondan resmini değerlendirmesini istemiş.
Ranga Guru ise;
- Sen artık ressam sayılırsın Raciçi. Artık senin resmini halk değerlendirecek, diyerek resmi şehrin en kalabalık meydanına götürmesini ve en görünen yerine koymasını istemiş. Yanına da kırmızı bir kalem koyarak halktan beğenmedikleri yerlere çarpı koymalarını rica eden bir yazı bırakmasını istemiş. Raciçi denileni yapmış ve birkaç gün sonra resme bakmaya gittiğinde görmüş ki, tüm resim çarpılar içinde ve neredeyse görünmüyor. Çok üzülmüş tabi. Emeğini ve yüreğini koyarak yaptığı tablo kırmızıdan bir duvar sanki. Alıp resmi götürmüş Ranga Guru'ya ve ne kadar üzgün olduğunu belirtmiş.
Ranga Guru üzülmemesini ve yeniden resme devam etmesini önermiş. Raciçi yeniden yapmış resmi ve gene Ranga Guru'ya götürmüş. Tekrar şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş Ranga Guru. Ama bu defa yanına bir palet dolusu çeşitli renklerde yağlı boya, birkaç fırça ile birlikte... Ve yanına insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazı ile birlikte bırakmasını istemiş.
Raciçi denileni yapmış.
Birkaç gün sonra gittiği meydanda görmüş ki resmine hiç dokunulmamış, fırçalar da, boyalar da kullanılmamış. Çok sevinmiş ve koşarak Ranga Guru'ya gitmiş ve resme dokunulmadığını anlatmış.
Ranga Guru ise;
Sevgili Raciçi, sen birinci konumda insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanağı ile karşılaşabileceğini gördün.
Hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladı.
Oysa ikinci konumda onlardan hatalarını düzeltmelerini istedin, yapıcı olmalarını istedin. Yapıcı olmak eğitim gerektirir. Hiç kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye kalkmadı, cesaret edemedi.
Sevgili Raciçi, mesleğinde usta olman yetmez, bilge de olmalısın. Emeğinin karşılığını ne yaptığından haberi olmayan insanlardan alamazsın. Onlara göre senin emeğinin hiç bir değeri yoktur.
Sakın emeğini bilmeyenlere sunma ve asla bilmeyenle tartışma.